27 Haziran 2016 Pazartesi

Hypetia: Antik Çağ’ın bilge, onurlu ve güzel kadını

 Hypatia (Yunanca: Υπατία; 370415) Yunan filozof, matematikçi ve astronomdur. İskenderiye Kütüphanesi'nde felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermiştir. Yeni Platonculuk öğretisine bağlı olan Hypatia, Atina Akademisi'nin Eudoxus'ün başını çektiği Matematik geleneğine üye idi. Hypatia doğayı; mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalıştı.
Hypatia, günümüze kadar ulaşmış olan sayılı kaynaktan biri olan Yunan tarihçi Socrates Scholasticus'un "Historia Ecclesiastica" adlı eserine göre; İskenderiye'nin en önemli iki figürü olan, İskenderiye Valisi Orestes ile İskenderiye piskoposu Cyril arasında anlaşmazlıklara sebebiyet verdiği ve politik işlere karıştığı gerekçesi ile 415 yılında kıptî Hristiyan bir çete tarafından taşlanarak öldürülür.
Hypatia'nın devrin en güzel kadınlarından biri olduğu ve Vali Orestes'in bizzat Hypatia'dan ders aldığı sıralarda Hypatia'ya aşık olduğu bilinmektedir. Anlaşmazlıklara ise Vali Orestes'in, İskenderiye'de —Piskopos Cyril'in kışkırtmaları ile— Hypatia'ya karşı hızla büyüyen nefretin önüne geçmeye çalışması olmuştur. Hypatia, İskenderiye'ye Hristiyanlığın hakim olduğu son yıllarında Piskopos Cyril, Hypatia'yı hedef göstererek İncil'den yaptığı alıntılar ile halkı kışkırtmış ve Hypatia, halk tarafından "dinsiz" ve "şeytan" olarak nitelendirilmiştir. Kısa bir süre içerisinde de Kıptî bir Hristiyan çetesi tarafından taşlanarak öldürülmüştür.
Eserlerinden günümüze ulaşabileni yoktur; fakat Sinesius ile yazıştığı mektupların bir bölümü mevcuttur.


 “Düşünme hakkınızı saklı tutun, yanlış düşünmek bile hiç düşünmemekten iyidir” demiş tarihte bilinen ilk kadın matematikçi, filozof, astronom. Atina’da eğitimini tamamladıktan sonra İskenderiye’de kendisi gibi filozof olan babasının okulunun başına geçti. Hypetia, Platon’un öğretilerini benimsedi, halka açık dersler verdi. Gök cisimlerinin sınıflandırılması ve hidrometrenin geliştirilmesine katkıda bulundu.
 Dünya’nın Güneş merkezli elips şeklinde bir yörüngede döndüğüne dair ilk çalışmaları yapan bilim insanı olduğunu, Agora filminde de görebilirsiniz. Bilimle arasında milyonlarca ışık yılı olan bir güruh tarafından da katledildi.
Alejandro Amenábar’ın yönetmenliğini yaptığı, Rachel Weisz’ın da başrolünde oynadığı bu film, İskenderiye’nin efsane kadını Hypetia’yı anlatıyor.

26 Haziran 2016 Pazar

Londra’nın işgal evlerine içeriden bir bakış

Güney Afrikalı belgeselci Corinna Kern, toplumun saçaklarında yaşayan insanlardan ilham alarak yeni bir çalışmaya başladı. A Place Called Home (Ev Denilen Yer) isimli uzun soluklu çalışmasında Kern, birkaç aylığına Londra’nın işgalci topluluklarıyla birlikte yaşadı. Farklı yaşamlar süren insanları tanıdıkça ve onların hayatlarının içine girdikçe, dünya ve yaşamla farklı bir bağ kurduğundan bahsediyor. Fotoğraflarına bakıldığında da görülüyor ki, “ev” denilen kavram fiziksel bir yerden ziyade daha çok hissiyatlarla alakalı.
 “İşgal Evi” terimi, sahipsiz bir yapının onu satın almadan veya kira ödemeden sahiplenmesi anlamına geliyor. Bu yapılar genellikle sahipsiz veya terkedilmiş ofis binaları, fabrikalar veya evlerden oluşuyor. Kern, Londra’da bulunan bir işgal evine yerleşti ve kısa zamanda bir yapının içerisinde otuz kişi ve üç köpekle birlikte yaşamayı öğrendi. Burada kurduğu dostluklar sayesinde ise Londra genelinde bulunan altı başka işgal evinde de bulundu. Bu işgal evleri içerisinde en önemlisi ise Londra’nın merkezinde bulunan “The Castle” (Kale) isimli eski bir ofis binasından döndürülmüş işgal evi. Bu evin içerisinde yüzden fazla insan yaşıyor ve işgalciler için önemli bir toplanma ve parti mekanı durumunda.
 Londra’nın yüksek ev fiyatları ve bu hayatın kolaylaşmış yaşantısı, işgal evinde yaşama kavramını bazı bireyler için hayli cazip bir konuma getiriyor. Birçok insanın işgal evlerini“evsizler veya fakirlerin yaşadığı yerler” olarak bilmesine karşın, işgal evleri daha alternatif ve komünal bir yaşam tarzını ve onu sahiplenen insanların kişiliklerini yansıtıyor. Bir işgalcinin yaşamındaki en önemli unsurlardan biri değişime ve adaptasyona kolay uyum sağlayabilmek. Macera, özgürlük ve gerçek dostluklar arayan bireyler için ise en cazip yaşam tarzlarından biri gibi duruyor.








7 Haziran 2016 Salı

Bir Çiftçi 1850’de Yer Altına Açılan Bir Kapı Buldu. Yer Altından Bakın Ne Çıktı!

 arih, bazen sıkıcı ve sıradan gelebilir. Ancak tarihte saklı o kadar heyecanlı olaylar vardır ki sizi çok heyecanlandırır. Bu hikayeye denk geldiğimde ben de tam öyle hissettim.
İskoçya’nın küçük bir liman kasabasında yeşillikler ardına saklanmış küçük bir kapı bulundu. Başlarda, sıradışı görünmese de, kapıdan yer altına doğru indiğinizde gördüklerinize inanamayacaksınız.
Kasabanın, binlerce yıl önce epey kalabalık bir yerleşim yeri olduğunu biliniyor. Ancak zaman ve elverişsiz hava koşulları burayı unutulmaya yüz bırakmış. Yıllardır, buradan kimse haberdar değilmiş. Ancak, 1850 yılında Orkney Adası’nda çıkan şiddetli bir fırtına, buranın tekrardan gün yüzüne çıkmasına yardımcı olmuş.
Yosunlu tepelerin ardında saklı İskoçya’nın Orkney Adası’ndaki bu yer, Mısır piramitlerinden daha eski bir geçmişe sahip.

 İlk baktığınızda sıradan gibi görünse de, bu yerin eşi benzeri yok.
 Çünkü oval tepeciklerin içinde bulunduğu bu alanda muhteşem bir biçimde korunmuş olan Skara Brae adlı antik kent saklı.
 1850’deki şiddetli fırtına Orkney’i yerle bir etti. Gerçekleşen şiddetli fırtına sonrasında 200 kişi hayatını kaybetti. Ancak, uzun süredir burada saklı bir yeri ortaya çıkardı. Fırtına geçtikten sonra, kasaba sakinleri yer altına doğru ilerleyen bir geçit keşfettiler.
 Yerleşim yerinde yedi adet taş ev bulunuyor. Milattan önce 3180 ve 2500 yılları arasında aktif olarak kullanıldığı söyleniyor. Bu da Skara Brae’yi Birleşik Krallık’ın gelmiş geçmiş en eski antik tarım kenti yapıyor.
 Çok iyi muhafaza edilen anıtlara sahip olduğundan dolayı Skare Brae “İskoçya’nın Pompeii’si” olarak adlandırılıyor. Taş evlerin yapımında kullanılmış olan kum ve taşlar dönem koşulları ve elverişsiz hava şartlarına rağmen son derece iyi muhafaza edilmiş.
 Arkeologlar bölgede 50-100 kişi yaşadığını tahmin ediyor. Yerleşik hayata geçildiğinde, evlerin rakımının 1500 metre olduğu yine tahminler arasında. Yerleşim yeri şimdilerde denize sıfır konumunda.
 Yerleşim yerinde yer alan 7-8 ev birbirlerine tüneller ile bağlılar. Her bir eve giriş, taştan yapılma bir kapı ile kapatılabilir vaziyette.
 Bütün taş evlerinde, bir yatak diğerinde daha büyük boyutlarda. Nedenini kimse bilmiyor. Her evde oturak, dolap, saklama kutuları ve şifoniyer bulunuyor. Saklama kutuları ise su geçirmez özellikte. Bunun nedeninin de saklama kutularında kışın yenmek üzere deniz mahsulleri saklandığı düşünülmesi.
 Bir taş evi ise diğerlerinden uzak bir konumda. Arkeologlar, bu evde yatak ya da diğer eşyalara rastlamadı. Burayı atölye olarak kullandıkları tahmin ediliyor.
 Şaşırtıcı bir şekilde yerleşim yerinde kanalizasyon sistemi var. Yine her evin kendi tuvaleti var.
 Skare Brae’nin sadece ailelerin yaşadığı bir yerleşim yeri olduğunu savunuluyor. Bütün evler birbirine benziyor ve benzer özelliklere sahipler. Arkeologlar da bu sebeple yerleşim yerinde tek bir otorite olmadığını düşünüyor.
 Bazıları, kasaba yerlilerinin Piktler (İngiltere Demir Çağı’nın sonlarına doğru, Doğu ve Kuzey İskoçya’da yaşamış olup kökeni bilinmeyen yerliler)  olduğunu düşünüyor. Arkeolojik kalıntılar ise, burada yaşamış olan insanların daha önce başka yerlerde de yaşadıklarını kanıtlar nitelikte.
 Yerleşim yerinde birçok el yapımı eser bulundu. Bunlardan biri de oyulmuş bir taş parçası. Kimse, taş parçasının ne amaçla kullanıldığına anlam veremiyor.
 Yine yerleşim yerinin neden terkedildiğini kimse bilmiyor. Milattan önce 2500 yıllarında Orkney Adası’nın soğuduğu ve nem oranının arttığı tahmin ediliyor. Skare Brae yerlilerine ne olduğu konusunda tartışmalar hala devam ediyor. Terkedilmesindeki en çok öne sürülen teori ise bölgedeki şiddetli fırtınalar.
 Skara Brae’nin geleceği ise belirsiz. Yerleşim yeri plajdan iki kilometre uzakta olmasına rağmen, geçtiğimiz asırda denizin buraya yaklaşması sebebiyle büyük tehdit altında. Antik kent, etrafına çevrilmiş olan duvarlar tarafından 1926’dan beri muhafaza edilmeye çalışılıyor.
Skara Brae ve etrafta yer alan anıtların yok olması olasılığına karşılık, bölgede yapay kayalıklar ve dalgakıran oluşturulması fikri öne sürülmüştü. Ancak karar hala hayata geçirilmedi. Turistler hala ilgi çekici bu yerleşim yerini ziyaret etmeye devam ediyorlar. Ancak nereye kadar ziyaret edilebilecek?
Umarız ki İskoçya hükümeti tarihi yerleşim yerini korumak için elinden geleni yapar.