20 Eylül 2016 Salı

İnsan nasıl giyinmeye başladı?

Hepimiz çıplak doğar, ama kamusal alanda vücudumuzu örtme ihtiyacı duyarız. Bunun nedenleri var: Soğuk iklimlerde giysiler bizi donmaya, aşırı sıcakta ise güneşe karşı korur.
Bugün hala avcılık ve toplayıcılık yapan bazı kabileler çıplak olmaya devam ediyor. Bu giyinmenin hayatta kalma açısından zorunlu olmadığını gösteriyor. Peki ilk ne zaman giyinmeye başladık?
Giysiler fosilleşmeden çürüdüğü için ilk insanların ne zaman çıplak dolaşmaya son verip bedenlerini hayvan postu ve derisi ile kapladığını gösterecek verilerden yoksunuz.

Antropologlar bunun yerine dolaylı yöntemlerle tarih belirlemeye çalışır. 2011'de bitler üzerine yapılan bir araştırma, giysilerin kökeninin 170 bin yıl öncesine dayandığını ortaya koydu.
Araştırmacılar saç biti ile giysi bitinin tür olarak o dönemlerde ayrıldığını düşünüyor.

Kıl olmayınca giysi

O zamanlar insanın atası Homo sapienler Afrika'da ortaya çıkmıştı. Vücutlarında fazla kıl yoktu artık. Oysa insana benzeyen homininler daha kıllıydı.

 Bazı uzmanlar işte bu kıl yitimini telafi etmek üzere giysi giymeye başladığını düşünüyor.
Günümüzde hala avcılık ve toplayıcılık yapan Sudan'daki Nuer gibi bazı kabilelerin asgari giysi giymesi, örtünmenin sadece korunma amaçlı olmayabileceğini, utanma hissinin baş göstermiş olabileceğini gösteriyor. Ancak bunu kanıtlayabilecek herhangi bir veri bulunmuyor.
Güney Amerika'daki Fuegian kabilesi gibi diğer avcı-toplayıcı toplulukların da bazı zamanlar basit giysiler giydiğini, ama çıplak da dolaştığını gösteren tarihsel veriler de var. Buna göre, ilk insanlar sadece üşüdükleri zaman giyinmiş olabilir.
Afrika dışındaki bölgelerde ise giysinin soğuğa karşı korunmak için zorunlu ihtiyaç olduğunu anlamak zor değil. Başka bir insan türü olan Neandertaller ise çok daha soğuk iklimlerde yaşadığı için giyinme ihtiyacı duymuş olmalı


Neandertallerin postu

Neandertaller Avrupa'da modern insandan önce yaşadı. Her iki türün de Homo heidelbergensis adı verilen aynı ortak atadan ortaya çıktığı sanılıyor. Eğer Neandertaller giysi giyiyor idiyse, giysi birden fazla kez icat edilmiş ve onlar bizden önce icat etmiş olmalı.
 Uzmanlar, Neandertaller ile insanların giysi konusunda farklı yaklaşım sergilediğine inanıyor.
Neandertallerin yaşadıkları yerlere bakarak kışın vücutlarının yüzde 70-80'ini örtmüş olduğu, muhtemelen sırtlarına basit bir hayvan postu aldıkları tahmin ediliyor.
Modern insanlar ise birkaç parçayı birleştirerek daha karmaşık giysiler dikiyordu. Kendilerini daha sıcak tutacak ayı sansarı gibi hayvanları avlamaya yöneldikleri sanılıyor.
Bugün Eskimolar bile, tüylerin donmaması özelliğinden dolayı bu hayvanların postunu tercih ettiği biliniyor.

Modern insanın teknoloji avantajı

Bazı antropologlar modern insanın soğuk iklimlerde yaşayacak özellikler geliştirmeyi beklemek yerine, daha uygun giysiler dikmelerini sağlayan uygun teknoloji sayesinde oralara uyum sağladığını söylüyor.
 Fakat Neandertaller de daha kısa ve tıknaz yapılı vücutlarıyla Avrupa'nın soğuk iklimine modern insandan daha iyi adapte olmuştu. Modern insanlar tarihlerinin önemli bir kısmını tropik Afrika'da geçirmişken Neandertaller Avrupa'ya çok daha önce gelmişlerdi.
Fakat ilginçtir ki onların soğuğa daha iyi uyum sağlamış olması aynı zamanda yıkılışlarına da neden olmuş olabilir.
30 bin yıl önce dünya iyice soğuduğunda zayıf vücutlarıyla soğuğa karşı çok daha hassas olan modern insanlar, bu açığı kapatmak için ekstra teknolojik yenilikler geliştirmek zorunda kaldılar. Özel kesici aletler ve iğneyle daha karmaşık giysiler üretebildiler.

Kemik aletler

Oysa Neandertallerin sadece basit kazıma aletleri vardı ve buzul çağına uygun giysiler üretemediler.
 Bu onların bizden daha az zeki olduğu anlamına gelmiyor. Önceleri vücutlarını tümüyle örten giysilere ihtiyaçları yoktu. Bu ihtiyaç belirdiğinde ise onu yapacak teknolojiden mahrumlardı.
Araştırmalar modern insanın Neandertallerden bazı şeyler öğrenmiş olabileceğini gösteriyor. 40 bin ila 60 bin yıl önce taş yerine kemikten aletleri ilk kullanan onlardı.
Neandertaller yok olduktan sonra benzer aletleri Homo sapienler kullanmaya başladı. Bazıları bunu Neandertallerden modern insana aktarılmış bir şeyler olduğunun kanıtı olarak görüyor.
Bu aktarım, doğrudan karşılaşma şeklinde değil de modern insanın Neandertal kemik aletlere rastlaması şeklinde olabilir.


 Giysi sosyal özellik kazanıyor
30 bin yıl önce Taş Devri giysileri daha gelişmişti. Gürcistan'da Dzudzuana Mağarası'nda o döneme ait boyalı keten lifleri bulundu.
Giysiler artık süsleme ve sembolik amaçlı kullanılıyordu. Aslında vücuda boyalarla desenler yapma giysilerden çok daha önce başlamış olabilirdi.
Neandertallerin 200 bin yıl önce vücutlarını kırmızı toprak boyasıyla boyadığını gösteren veriler var. Bu boya ayrıca hayvan postlarını boyamada, mağaralara yapılan resimlerde ve törensel mezarlarda da kullanılmış olabilir.
Uzmanlar, iklim soğuduğunda boyalı vücutların giysilerle örtüldüğüne ve bu süslemelerin giysilere aktarıldığına, bu durumda giysilerin ısıtma amacının yanı sıra sosyal bir özellik de kazandığına dikkat çekiyor.
Kısacası, giysiler sandığımızdan çok daha karmaşık özellikler taşıyor. Onlarsız hayatta kalamazdık, ama bugün ısıtma amacının çok daha ötesinde bir işlevleri var.
Giysiler kimliğimizin, kültürümüzün ve sosyal normlarımızın bir parçasıdır. Bizi diğer canlı türlerinden ve doğadan ayıran bir özelliktir. Ama bunun yanı sıra belli bir sosyal ya da siyasi gruba aidiyetimize işaret ederek bizi birbirimizden de ayırır.
KAYNAK:Melissa Hogenboom
               

16 Eylül 2016 Cuma

DAĞ,RÜZGAR VE GÜNEŞİN DERSİM OLMA HALİ

 Aliboğazı, adını Çoban Ali'den alır. Yılan Dağı'nın zirvelerinin arasında kalan geçide Çoban Ali, sürüsünü yayar. O gün gök baran-ı borandır. Ve şimşek, Ali'yi o boğazda ebedileştirir. Bu boğazda Seyit Rıza kalesinin üzerinde seyre durursanız; Munzurlardan Sultan Baba'ya, Düzgün Dağı'ndan Kertler'e, Beyaz Dağ ve Kırmızı Dağ'dan Kızıl Ziyaret'e, Çemişgezek'ten Keban Barajı kıyılarında bulunan Elazığ ve Malatya köylerine kadar bir alanı görürsünüz. Seyri doyumsuzdur. Pülümür hariç bütün Dersim gözler önündedir. Tabii ki derinleri görmek mümkün değil. Ancak birçok dağı, köyü görebilirsiniz. Yılan Dağı, kuzey-güney yönünde uzanır.
 Geçit veren boğaz ise doğu-batı yönüne bakar. Boğazın iki yanında kayalarda oluşan tepeler yükselir. Bu tepelerden güney yönünde olan yani Çemişgezek'e doğru uzanan kısma Kırklar Dağı denir. Bu tepede bir çeşme bulunmakta. Aynı zamanda burası halkımızca kutsal kabul edilen Kırklar Ziyareti'dir. Boğazı batı yönüne devirirseniz, Kılavuz Vadisi sizi muazzam görkemiyle karşılar. Ve Yılan Dağı'nın etrafından dolanarak sizi Tağar Çayı'na eriştirir. Boğazın doğu yönü ise hemen altında Aliboğazı suyunun süt gibi bembeyaz çıktığı pınar durur. Bu suya yarenlik ederseniz, sizi Tağar Suyu ile buluştuğu üçgene ulaştırır
 Tam bu üçgende tahminen otuz-kırk metreden dik bir şekilde dökülen şelaleye yaklaştığınızda, Temmuz sıcağında bahar serinliği veren esintisini hissedeceksiniz. Ve bu şelalenin kaynağının ve yatağının ikiye ayırdığı harabeye dönmüş Şelale köyünü görürsünüz. Köy '84'de, tıpkı vadi içindeki diğer köyler gibi boşaltılmıştır. Şelale suyunun iki yanında geniş düzlükler, bu engin arazide sahrayı andırır. Bu sahrada '94 ve sonraki düşman operasyonlarında yakılmış iki kilise, kadimlikleri ve haşmetleriyle dikkati çeker. Bu yıkıntılara bakınca insan bu toprakların kadim halkı yani Ermenilerin ustalık, üretkenlik ve de hazin olan ve yürek yakan sonlarını anımsıyor. O yıkıntılar emek dolu, özveri ve gayret dolu, yaşam dolu ve aynı o yıkıntılar kadar acı dolu... Belki bu tanımlamalar bile karşılamıyor; sonsuz vebali! Tağar ve Aliboğazı suyu, bu üçgende birleşir. Ve içine Kılavuz Suyu'nu da katarak Çemişgezek önünden Keban olmazdan önce Munzur'a erişirdi. Akıntıya ters yönde Tağar Suyu'nun üzerinde hareket ederseniz, adını aldığı Tağar Köyü karşılar sizi.Bu köyün güzelliği, bölge içinde her mevsim ayrı bir yerde durur. Anlatılmaz yaşanır cinsinden yani. Devam ederseniz nam-ı diğer Amutka Köyü durağınızdır. 1926 yılında yapılan karakoldan başka bir yaşam yoktur köyde. Bir sonraki durak, Dereköy olacaktır. Tağar Suyu buradan sonra iki koldur. Biri dere Emirgan'dır. Emirgan; Kakberi ve Danzi köylerine uğrar, Dürüt deresini kendine katar. Doğal köprüden geçer ve tam Dereköy'de Sarısaltık'ın eteklerinden doğan Ağveren Suyu ile buluşur. Artık Tağar olur.
Hozat'ı seyahat ederken gördüğünüz alan zozonlıktan başka bir şey değildir. Ama kim bilebilir ki, etrafı dağlarla çevrili bu kasabanın saklı bahçeleri var... İşte tarif ettiğimiz alan, bunlardan biri. Tıpkı Kinzir gibi.
 Sincik Dağı'nın bir yanı Ovacık (Pulur), bir yanı Merkez, bir yanı ise Hozat arazisidir. Bir yanı ise Bokır'a dayanır ve Munzur Vadisi'nin kuzey yamacı olur. Sincik'ten Dersim Merkez yönünden inişe geçince adını sanını bimediğiniz çeşit çeşit çiçekler, bitkiler göz alır. Ve dağ esintisi bu çiçeklerin kokularını yüzünüze yüzünüze çarpar. O anın tadı başka olur. Cennet dedikleri bu olsa gerek diye insan kendi kendine söylenir. Meşe ve kavak ağaçarından oluşan ormanlar yamaçları örtmekte, dere içleri ise söğüt ve daliklerle bezelidir. Karşınıza ilk Zeranik ve Haçeli, sonra Rengül ve Müşkirek çıkar. Hepsi harabedir. '94 mağdurudur. Bu bölgenin halkı baskıya dayanamayıp Deşt civarındaki köylere ya da Elazığ'a yerleşmiştir. Yavaş yavaş derinlere inilir. Avgasor Vadisi olarak anılan bu dere, taa ki vadi tabanına erişene kadar şelalelerle doludur. Bu şelaleler, iki üç metre derinliğinde göller oluşturur. Dere içinden gitmesi patikaya zor geldiği için sizi önce yukarı çıkarır, sonra aşağı indirir. En yukarda Balli mezrada geçer. Balli mezra baharın yemyeşil, yazın sapsarı bir viranedir. Sonra dimdik yamaçlardan vadinin en derinine kadar inersiniz. İnerken de Ermenilerin taşlarla ördükleri geçit vermez yerleri geçilir kılan basamakları adımlarsınız. Vadi tabanında yıkık değirmenlerin yanından geçerek Munzur'a doğru ilerlersiniz. Avgasor Suyu'nun Munzur Suyu'na kavuştuğu mekanda direnişiyle ünlü, isyancılara mesken olan dere Laç, düşmanın yüreğine korku salan görkemiyle sizi selamlar.
 Avgasor Vadisi, Sincik'in tepesinden deyim yerindeyse size dipsiz bir kuyuyu andırır. Eğer vadinin kuzey yamaçlarından aşarsanız sizi Beyaz Dağ ve önünde Deşt ve köyleri karşılar. Deşt önünden Çet Vadisi'nden gelen ve burada Dinar adını alan dere geçer. Ve ilerde Dinar Vadisi olur. Dinar'ın kuzey yamaçlarının tepeleri Zergovit ve de Helesor köyleri, ormanlarının bilinmezliği ile göz alır. Beyaz Dağ'ın ardında Kırmızı Dağ tepelerine ve eteklerinde barındırdığı kutsallarıyla siz de bir gezgincinin merakını uyandırır. Beyaz Dağ ve Kırmızı Dağ'ı, bir kanal büyüklüğündeki Zimek Deresi ayırır. Bu iki dağın arasında kalan vadi, Rabat Köyü'ne girmezden önce kanyon halini alır. Ve bu kanyonun bittiği yerde sizi Rabat Köprüsü ve kalesi Dersim'in ender tarihi kalıntıları olma gururu ile karşılar. Rabat Suyu, Çiçekli önünden geçer ve Tar Deresi olarak Munzur'a karışır.
Her su akarı kendini eninde sonunda Munzur'a katar. Her yanı dağların hakim olduğu bu coğrafya, nehirlerin ve derelerin gücüyle onlarca ihtişamlı ve korunaklı vadi ve dereciğe sahip olmuştur. Bu ise onun zenginliğinin zaptedilmezliğinin kaynağı olmuştur. Munzurların kayalardan oluşan derin dik vadileri ve tepeleri bir yanını Sultan Baba'ya dayamış olan Ahbanos, kudretini Jel Ana'dan alan Kutuderesi ve Pülümür'den bu yana Pülümür Vadisi, ona varan Dokuzkayalar ve dahası...
İşte Dersim coğrafyası. Dağın ve suyun kudreti ile yaratılmış bir cennet. Usta bir kalemden ciltlerce anlatılabilecek ayrıntıda saklı, muazzam güzellikler...
 Dersim sadece coğrafik olarak göz almaz, gönül fethetmez. Aynı zamanda esas dağ olan insanlarıyla da insanı etkiler. Genel olarak boyun eğmeyen tavrı ve nerede bir ezilenin direnişi varsa orada varolmak belirgin özelliğidir. Fransa'daki Nazi işgali döneminde direnişçilerin arasında bir Dersimlinin olduğu söylemi bunu kanıtlar gibi. Dağ, Dersimlinin en büyük sığınağıdır. Zafer olmamışsa bunda dağın etkisi birincildir. Ol sebepten, Dersimli dağın kıymetini ve kudretini bilir. Ve her ulu dağa, bir kutsallık atfetmiştir. Jel Ana, Düzgün Baba, Ağ Baba vb. gibi. Onlara ağıtlar, methiyeler dizmiş ve kurban adamışlardır. Boyun eğmemeyi ve dağın önemini Dersimli için en iyi anlatan '38 öncesi ve sonrası Deşt bölgesindeki köylerin birindeki bir amcanın köye vergi için gelen devlet memurlarına verdiği şu yanıt güzel anlatır:
 Elimdeki şu sopaya bak! Başımın üstündeki dağa bak! (Beyaz Dağ kastediliyor) Elimdeki sopayla seni döverim, gider o dağda da yatarım!
 Bu diyalog, 38'deki direnişin özünü hangi mayadan aldığının göstergesidir. Dersimli Proletarya Partisi ve onun savaşçılarına tam bir güven duymuş, umut bağlamıştır. Bu sürece kadar Dersimlinin devrim inancı hiçbir yerde olmadığı kadar güçlüymüş. Özellikle de üçlü cendere altında olan Dersim kadınında. Bugün onları dinliyoruz. O dönemde, bakır kaplarını kalaylatma ihtiyacını duymayan kadınlar niye, neden sorusuna, “zaten aş ortak, kazan da olacak, kalaya ne gerek?” diye umutlarını dillendirmişlerdir. Yine sabırsızlığını gösteren bir kadın gerillaya “ne zaman olacak bu iş?” diye sorar. Yine Deşt toprak işgaline katılmış anaların anılarını anlatırkenki coşkunluğu, umudu ve zafer kazanmış olmanın mağrurluğunu; o günkü anı insana yaşatarak anlatımları insanın beynine ve yüreğine işliyor. O gün çocuk olan, o günü hayal meyal hatırlayan bir kadının şu sorusu “Kirvem, o günleri tekrar görebilecek miyiz?” bize bir tereddütü ve aynı zamanda da umudu ve bir beklentiyi anlatmış oldu. Bir görevi, bir sorumluluğu tekrar hatıra sunmuş oldu, bu Dersimli kadın. Sadece o değil, onlarcası size bir çok şeyi öğretir, hatırlatır. (KAYNAK: Özgür Gelecek)






7 Eylül 2016 Çarşamba

İşçi sınıfının sesi yönetmen Ken Loach, Youtube'dan tüm filmlerini paylaştı

İşçi sınıfının sesini sinema perdesine taşıyan usta yönetmen Ken Loach, Youtube hesabı üzerinden tüm filmlerini parasız olarak izleyiciye sunuyor
İşçi sınıfının sesini uzun yıllardır sinema perdesine taşıyan usta yönetmen Ken Loach, Youtube hesabı üzerinden tüm filmlerini parasız olarak izleyiciye sunuyor.
Loach, “Ken Loach Films” isimli Youtube kanalı üzerinden onlarca filmini parasız olarak izleyicilere açtı. Loach’ın filmlerinde ağırlıklı olarak işçi sınıfı, yoksulluk, kapitalizm karşıtlığı ve sosyalizm vurguları işleniyor.
Ken Loach’ın filmlerine parasız olarak ulaşmak için tıklayın. (Gazeteyolculuk)