10 Aralık 2015 Perşembe

MAYALARIN UYGARLIĞA DERSİ !

 Maya Uygarlığı, M.Ö. 2000’lerden, M.S.8. ve 9.yüzyıl arasında tarihlendirilen, bugün Meksika, Guatemala, El Salvador ve Honduras olarak bildiğimiz çeşitli  ülkelerinin coğrafyalarına yayılmış bir uygarlık.
 Mezopotamya, Yunan ve Mısır gibi bugün Batı uygarlığının beşiği olan diğer antik uygarlıklardan hiç de geri kalmayan bir “gelişme” sergilemişler. Mimari, yazılı kültür, matematik, astronomi, ve tarım alanındaki mirasları bugün hep UNESCO gibi kuruluşların da tanıdığı üzere oldukça özgün ve değerli.
 Mayalar önce bataklıkları kuruttular. Bataklıklarda bir zamanlar timsahların hüküm sürdüğü yerlerde insan kültürünün yayılmasını sağlayan devasa ada platformlar inşa ettiler. Bugün bizim kullanmakta olduğumuzdan daha doğru olan bir takvim geliştirdiler, kendi yazılı dillerini yarattılar. Akropolis’te bulunabilecek benzerleri kadar zarif tapınaklar, güzellik ve görkemde Mısır’ın en iyilerini aratmayacak piramitler inşa ettiler.
Daha önce tamamen bakir bir orman durumunda olan Yukatan’ı bereketli tarım arazileriyle, muhteşem şehirlerle ve mimari başyapıtlarla dolu bir bölgeye dönüştüren bir sihirbazlar medeniyetiydi bu. Bu sihirbazlar daha sonra arkeologları, filozofları, antropologları ve şairleri daima şaşkınlığa sürüklemiş olan en gizemli şeyi yaptılar.
Bu inanılmaz bir dönüşüm başarısıydı. Sihirli değneğini sallayarak annesinin rahmindeki yuvaya dönen yaşlı bir büyücü gibi, bu kültür, bataklıklardan yükselmek için çağlar boyunca uğraşan ve yükselen bu insan medeniyeti, kendi atalarının zamanına geri dönmüştür. Mayalar şehirlerinden ayrılmış, anıtsal piramitlerini, muhteşem resimlerle dolu kitaplarını, sofistike takvimlerini ve mimari sırlarını doğanın insafına terk edip ormanlarına geri dönmüşlerdir.” *
 Bunu neden ve nasıl yaptılar? Anlaşılan o ki, gittikçe artan nüfus, orman alanlarının tarıma açılması ve bataklıkların kurutulup şehirlere dönüştürülmesi sonucunda, yaratılan tüm kültürel değerlere rağmen, ekolojik bir çöküşe doğru gittiklerini görebildiler. Ormanlar ve bataklıklar gibi doğanın kendi sistemlerini, içlerindeki canlı hayatıyla birlikte dönüştürüp yok etmenin, telafi edilmez sonuçlara yol açtığını gördüler. Ve belki bunların yanı sıra, yarattıkları tüm kültürel değerlere rağmen, eskisi kadar mutlu olmadıklarını da gördüler… Ve en sürdürülebilir, doğayla en uyumlu yaşam biçimlerine, ormanlarına, geri döndüler.
Bugün hepimizin birden, ormanlara geri dönme kararı vermemiz artık mümkün değil. Ne o kadar fazla ormanımız var, ne de yarattığımız kültürel birikimi tamamıyla terk edilebilecek bir durumdayız. Şehirlerin, büyük kolektif birer mekanizma olarak var olmaya devam etmesi kaçınılmaz geliyor. Ama belki yaşadığımız şehirlerin var oluş biçimini değiştirebilir, şu anki gibi doymak bilmeyen ve her şeyi yiyip yutarak kendi sonunu hazırlayan birer canavar olmaktan çıkarıp, hem şehirde kalıp hem de daha sürdürülebilir yaşam biçimlerini nasıl kurabileceğimizi araştırabiliriz. Yerelleşebilir, yavaşlayabilir, doğayla şehirlerin arasındaki duvarları inceltebilir, herşeyden önemlisi önceliklerimizi değiştirebiliriz.
Tabi şehirlerde bunu yapabilmek için, önce bu dönüşümleri bireysel seviyede gerçekleştirmek gerek…
* John Perkins’in Şekil Değiştirme adlı kitabından alınmıştır.
Kaynak: http://donhanzala.blogspot.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder